Kim Demiş Lezbiyenler Siktirmez Diye
Günlerden Cuma, işten gelip dinlendikden sonra, hava almak icin bisiklete atladım, 6 km. ilerdeki merkeze geze geze gittim. Günlerdir yağan yağmur ara vermişti, bundan yararlanmak için meydandaki Cafe’ye oturdum. Garsona içeceğimi söyledikten sonrasında etrafta olan biteni seyrediyordum. 4-5 metre ilerdeki çapraz masada iki hanım oturuyordu. Birbirlerine sarılacak kadar yakın oturmaları, bunların Lezbiyen olabileceklerini aklıma getirmişti. Fazla sürmeden tahminim doğrulandı, birbirlerinin gözlerinin içerisine baka baka dudaktan öpüştüler. Almanyada eşcinsellik uzun yıllardan beri yasal olduğundan, Mainz şehrinde de bunlara alışmıştık artık. Yollarda elele dolaşanlar, sokakta öpüşen eşcinseller, toplumun bir parçası olmuş, bizler de bu tarz şeyleri şaşırmadan varsayıyorduk.
Yalnız bu Homo’larda birşeyin farkına varmıştım, çiftlerden biri zayıf (narin), öteki güçlü, sanki adam gibi, görünüşleri değişik olurdu. Nitekim bu ikilinin de biri bakımsız, birazcık adam tipli, altında bolca bir Jeans pantolon, üzerinde 3 numara büyük Sweatshirt’ün içinde, cazibeli bir hanımdan diğer herbirşeye benziyordu. Aslında yüz hatları olsun, zayıf fiziği olsun, bakımlı olsa, hoş hanım denilebilirdi. Ama diğeri, şeker gibi tatlı ve çıtıpıtı idi. Mavi mini elbise üstünde, dibine kalın siyah çorap giymiş, dizkapağının üstüne kadar varan yüksek topuklu deri çizmesi, çok sexy manzara yaratmıştı. Saçları enseden birazcık aşağıda, kıvırcık ve yırtıcı şekilde, kocaman güneş gözlüğü ve uçuk renge boyanmış dolgun dudakları da genel görünümü tamamlıyordu. İnsanın içinden, “Kalk kız gidip nikahlanalım!” diyesi geliyordu. Birde ara ara sağa sola başını savururken parmaklarıyla saçlarını taraması, birtakım şimarık mimikleri, çizdiği genel tablonun tuzu biberi oluyordu. Bu çift etrafı asla umursamadan sohbetlerine ve öpüşmelerine devam ediyorlardı. Çirkin olanı, güzelden gözünü ayırmıyor, hatta onu zorla sahip çıkmak talep eder gibi bir tasarruf sergiliyordu.
2. içeceğim geldiği zaman bütün cesaretimi toplayıp masalarına gittim. “Merhaba adım Ercan, müsade ederseniz sizlerle söyleşi etmek istiyorum.” dedim. Çirkin olanı (Gisela) daha karşı gelemeden, çıtır olanı (Juliet), “Buyur otur!” dedi ve kendilerini tanıştırdı. Gisela bundan memnun kalmasa da, Julieti kıramıyordu. Havadan sudan konuştuktan sonra, aslolan beni ilgilendiren soruyu, neden, Lezbiyenliği seçtiklerini sordum. Gisela sert tavırla, Erkeklerin hanımlarını anlamadıklarını, kadınlarının isteklerini hiçe sayıp, yalnızca kendi zevklerini düşündüklerini, ellerinden gelse bütün hanımlarla birlikte olmak istediklerini, eşlerini saymadıklarını konu alıyor ve anlattıkça da harareti yükseliyordu. Belli ki, bir adam tarafınca ihanete uğramıştı.
Juliet ise, ufak yaşta üvey babası tarafınca sekse zorlandığını, 17 yaşındayken de bir arkadaşı bunu içki ve hapla uyuşturup kullandığını ve şimdi Gisela vasıtası ile yavaş yavaş sekse karşı yeni yeni alaka duyduğunu anlattı. Yaşadıklarına üzüldüğümü, tercihlerine hürmet duyduğumu, fakat yinede hepimiz homoseksüel olursa insanların neslinin tükeneceğini dile getirdim. Sohbet olabildiğince ilerlemiş, içecek yerini kokteyller ve biralar almıştı. Hava kararmış, Cafe de artık boşaldığından, sahibi kapamak istediğinde, Juliet, sohbetimizin hoş olduğunu, istersem evlerinde devam edebileceğimizi söyleyince, ertesi günü işim olmadığından teklifi kabul ettim. Herkes kendi hesabını ödedikten sonra, yakın olan dairelerine vardık…
Daire Stüdyo Penthouse biçiminde büyük tek oda, mutfak odaya dahil, modern döşenmiş, kocaman bir döşek ortada, üzerinde tüylü battaniye, birkaç şişme koltuk ve yiyecek bölümünden mevcuttu. Loş bir ışığın eşliğinde mumlar yakıldı, üstüne kokulu sıvı tabağı koyuldu, sonrasında köpüklü şarap açıldı. Ben koltukta yer almıştım, bunlar döşek üstüne rahatlıkla yerleştiler, birazcık söyleşi ettik. Gisela, bana soğuk davranmasının sebebini, adamların onlara hep ‘Sizi sevişirken izlemek istiyorum!’ gibi sapık tekliflerde bulunduklarından kaynaklandığını ifade etti ve benim öyle olmadığımı, gayet tabii olduğumu belirtti. Aslında eve adam almadıklarını da ekledi. Ben de teşekkür ettim. Böylelikle Giselayla da aramız birazcık yumuşamıştı.
Daha sonrasında bunlar gittikçe rahatlaşıp, mumların ışığı ve kokusunun yarattığı şaşırtıcı erotik ortamda öpüşüp, yalaşmaya başlamışlardı. İtinayla sevişmeleri, birbirlerini yeni keşfetmiş gibi okşamaları, ayrı ayrı üzerlerindekileri çıkartırken çıplak kalan yerlerini özenle emip koklamaları, için için iniltileri, beni müthiş tahrik ediyor, sikim pantolonumu patlatacak şekilde baskı yapıyordu. Piyangoda büyük ikramiye bana vurmuş, bu tarz şeyleri canlı canlı yaşıyordum. Kendime de, (Aman oğlum Ercan dikkat et, rastgele bir yanlış hareketin, lafın, bu rüyayı bozar, kendini dışarda bulursun!) diyordum…
Benim kahramanlarım artık tamamiyle çıplak kalmışlardı. Gisela ufak memeli, fakat huzurlu 2 santim (!) uzunluğunda meme uçlarına sahipti. Bunlar Julietin ağzında dimdik olmuşlardı. Simsiyah kıllı amının yırtmacı bile gözükmüyordu. Bana adeta show yapıyorlardı. Juliet giyinik ayrı güzel, çıplak apayrı bir güzeldi. Hafif esmer, balık etli, tek kelimeyle harikaydı. Avuç dolusu memeler, dolgun kalçası, mükemmel bacakları vardı ve amının kıllarını temizlemiş, yalnızca üzerinde kalp modeli bırakmıştı. Kudurmak üzereydim. Gisela sırtüstü yatan Julietin bacak arasına yerleşmiş, amını yalıyor, arasıra da dimdik olan meme uçlarını içerisine çekiyor ya da dudaklarını çevresinde gezdiriyordu. Julietin bundan müthiş zevk almış olduğu iniltisinden, derin derin ‘Ohhhh!’ çekmesinden bellli oluyordu…
Bir ara Juliet Giselayı yukarıya çekti, kulağına birşeyler fısıldadı, o da başını sallayarak onaylayınca, bana dönüp, “Aramıza gel!” diye buyruk verdiler. Guiness Rekorlar kitabına girecek üstün dereceli zamanda üstümdekilereden kurtulmuş, keserin sapı gibi dimdik yarağımla aralarında yer alıp, iki Lezbiyenin ortasındaydım. Üçümüz de diz üzeri oturuyorduk, kadınlarımın sırtlarını okşuyor, ordan aşağı inip kalçalarını avuçlayıp, arkadan vıcık vıcık am dudaklarını parmaklarken, Julietin görkemli ağzına yapışmış, dudaklarını emiyordum. Gisela da sikimi kavramış, sikime 31 çeker gibi boyunu ölçüyordu. Gisela Julieti ensesinden kavrayıp, “Senin ne istediğini biliyorum!” dedi ve Julietin başını sikime doğru götürüp, sikimi ağzına soktu. Juliet yarağımı yarısına kadar kapmış, dilini mantarımın çevresinde gezdirip, ufak ufak gelip giderken, arasıra başını eğip bana bakıyor, benim sevinçli ifademden cesaret toplayıp dahada hoş emiyordu.
Acaba ilkin hangisinin amına soksam diye düşünürken, Juliet sikimi yalamayı bırakıp, önüme yatıp, bacaklarını ayırdı ve “Lezbiyenlik hoş olsa da, şimdi sikilmek istiyorum!” dediğinde, borumu amcığına dayamış, yaydan çıkmış ok gibi içerisine döşemiştim. Derinden ohlaması Giselayı kıskandırmış olmalı ki, bir hamleyle Julietin ağzına oturup, kıllı amını ağzına dayadı. Galiba bu da Piyango biletimin extrası olsa gerek, yumuşak amı dipleyerek sikerken, birde karşımda domalmış göt duruyordu. Julietin feryat sesleri Giselanın amında kaybolurken, Gisela titreyerek orgazmlar yaşıyordu. Julieti sert hamlelerle pompaladıkça, sanki nefesi kesiliyor, üst üste orgazm olmaktan bitkinleşiyordu. Bu sefer Giselanın belini iki elimle kavrayıp kendime doğru çekip, Julietin amından çıktığım gibi Giselanın önümde hazır domalmış kıllı amına, “Sen de sikimden nasibini al!” diyerek, dibine kadar geçirdim. “Mein Gott!” diyerek çığlığı bastı. Bu daracık kıllı amcığa fakat yalnızca 3-4 kere gidip gelebildim, hayvan gibi bağırarak derinlerine döllerimi fışkırttım. Nefes nefese bu şekilde birazcık kaldıkdan sonra, Gisela dönerek bana, “Manyaksın sen!” dediğinde, yüzünü hoş bir tebessüm kaplamıştı.
Yaklaşık otuz dakika sonrasında Lezbiyen kahramanlarımı terk edip, bisiklete atladığımda müthis bir yaz yağmuru koptu. Bana ne!!! Tenha caddede bisikletin direksiyonunu sağ sol yaparak, “I’m singing in the Rain!” şarkısını söylüyordum :))